İnsanın daima bir ve aynı olduğunu düşünmek en büyük hatadır. Bir insan asla uzun bir süre aynı değildir. O sürekli değişir. O, bir yarım saat için bile nadiren aynı kalır. G. I. Gurdjieff

Walt Whitman (Eakins)1891İnsanlar Gurdjieff’in sistemiyle karşılaştıklarında, insanın pek çok “Ben”den oluştuğu fikrine genellikle itiraz edilir. İnsanlar, kendilerinin tek bir kişi olmadıklarının söylenmesinden hoşlanmazlar; bu kulağa çılgınca gelir. Ama gerçekte bu tam tersidir. Gerçekten deli olan insanlar, korkutucu insanlar daima aynı olan kişilerdir. Onlar bir özellikte (zayıflıkta) ya da bir tutumda (dünyaya bakmanın bir yolunda) sabitlenmiş ya da kristalize olmuşlardır ve onlar asla değişmezler. Onların esnekliği yoktur çünkü onların içinde anlayış durmuştur. Öğrenemezler ve öğretilemezler. Öğrenme, değişim ve büyümeyi gerektirir ve onlar büyümeyi durdurmuştur.

İnsanın pek çok farklı ‘Ben’e sahip olduğu fikri, muhtemelen en kolay olarak bir karar vermeniz gerektiği zaman gözlemlenebilir. Diyelim ki bir arkadaşınız sizi çağırıyor ve birlikte bir kahve içmek için görüşmek istiyor, ama siz işten eve daha yeni geldiniz ve yorgunsunuz. Evde kalmayı ve film izlemeyi planlamıştınız. Hatta bunu biraz daha zor bir hale getirelim ve diyelim ki dışarıda yağmur yağıyor. Ancak öte yandan, diyelim ki bu arkadaştan hoşlanıyorsunuz ve onunla birlikte olmaktan keyif alıyorsunuz. Dolayısıyla bu karar şu şekle geliyor: duygusal bir deneyim yaşamak için tekrar dışarıya çıkma çabasını göstermeye gönüllü müsünüz? Normalde kendinizin durumun olumlu yanları ve olumsuz yanları tartığını ve düşünülmüş bir seçeneğe vardığınızı zannedersiniz. Ya dışarı çıkarsınız ya da evde kalırsınız. Ancak gerçekte olan şey içinizde iki parça vardır ve bu durumu onlar tartışırlar. Bedeniniz yorgundur ve evde kalmak ister, ama duygusal merkeziniz dışarıda bir akşam geçirme fırsatını kaçırmak istemez. Bu iki parça argümanlarını formüle etmek için zihni kullanır ve eninde sonunda biri kazanır.

Elbette daha önemli kararlar verdiğinizde sonuçlar daha önemli olacaktır. Örneğin, diyelim ki birini kandırmaya, aldatmaya dair bir fırsatınız var. Diyelim ki bu kişi yakın bir dostunuz değil bir tanıdık. Buradaki avantajlı nokta belli bir miktar para kazanacak olmanız; dezavantaj ise eğer bu kişiyi aldatırsanız kaçınılmaz olarak hissedeceğiniz suçluluğu taşımanızın gerekecek olması. Bu örnek için, diyelim ki sonunda o kişiyi aldattınız. Bunu ilk yaptığınız zaman, belli bir suçluluk hissedersiniz, ama eğer insanları kandırmaya devam ederseniz, eğer bu bir alışkanlık haline gelirse… Diğer bir deyişle suçluluk duygularınızı hissetmeyi gözardı etmek sizin için git gide daha kolay hale gelecektir. Bu duyguyu ne kadar inkar ederseniz, reddederseniz, bunu gelecekte reddetmek o kadar kolay hale gelecektir. Suçluluğunuz gömülmüş, bastırılmış, üzeri örtülmüş hale gelir ve aynı zamanda açgözlülüğünüz daha güçlü hale gelir. İçinizdeki bir parçayı beslersiniz ve bir diğerini reddedersiniz.

Bu prensip diğer türlü de çalışır. Eğer aldatmamayı seçerseniz, sizin için gelecekte dürüst olmaya karar vermek daha kolay hale gelecektir. Bu aynı zamanda mevcut olma ile de çalışır. Ne kadar çok mevcut olursanız, mevcut olma ile ilgilenen “Ben”leri o kadar güçlendirirsiniz. 

Eğer kendinizin belli parçalarını reddederseniz, bu parçalar eninde sonunda körelecek ve ölecektir. Benzer yolla, eğer kendinizin yalnızca belli duyguları ve inançları ifade etmesine izin verirseniz, bu inançlar ve duygular sabitlenmiş hale gelene kadar güçleneceklerdir. Öfke ya da kendine acıma gibi hatalı inançlar ile duygular, ırkçılık ya da tahammülsüzlük gibi tutumlar sabitlenmiş hale geldiğinde, bu sizin başınıza gelen her şeye o inanç ya da duygu yoluyla baktığınız anlamına gelir. Gurdjieff bu fenomeni hatalı kristalizasyon olarak adlandırmıştır. Bu olduğunda zayıflıklarınız ve takıntılarınız kalıcı hale gelir. Hatalı kristalizasyon, insanların diğer insanlara karşı dehşetli suçlar işlemelerine imkan verir.

Hatalı krisalizasyon bazen tanınmış kişilerde gözlemlenebilir. Hayatının sonunlarında ünlü bir aktör yalnızca kendi kibri haline gelmiş olabilir. Onun tüm varoluşu, kendi önemliliğini besleme etrafında dönecektir. Eleştriye karşı ve onun harika bir aktör olduğu fikrini desteklemeyen herhangi birine karşı hoşgörüsüz hale gelecektir. Tarihsel olarak bu fenomen Hitler ile Stalin gibi figürlerde görülebilir ya da en azından tahmin edilebilir. Onlar güçlerini katılıklarından, esnek olmayışlarından elde etmişlerdir. Mesela onlar, politikaların ya da kendilerinin hatalı bir şekilde “gerçekler” olarak inandıkları şeylerin, sahip oldukları doğal insan empatilerini geçersiz kılmalarına izin vermişlerdir. İçlerinde diğerleri için empati hissedebilen parçaları kaybolmuştur. Yaşamlarını oldukça dar bir negatif duygu ile düşünme şekilleri aralığında yaşamışlardır, ve kendi önyargılarıyla çelişen fikirler ile argümanları tümüyle inkar etmişlerdir . Büyüme yeteneklerini kaybetmişlerdir; kristalize olmuşlardır.

Psikiyatri kliniğinde çalışırken tanıştığım bir hastanın vaka tarihçesine bakalım. Yirmilerinin ortasında genç bir adamdı, biraz kilo fazlası vardı, saçları dökülüyordu, ama yine de hoş-görünen bir adamdı. İlk girişinde, depresyon nöbetlerinden bahsediyordu, ama onlar gelip gidiyor gibi görünüyorlardı. Açıkçası, problemin ne olduğunu gerçekten anlamamıştım. Mizahının çoğu ironik ve kendisine yöneltilmiş olsa da komikti; konuşmaktan hoşlanıyordu ve kendisini iyi ifade ediyordu. Ve bilhassa kadınlarla ilgili bazı güven sorunları olsa da, problemlerinin hastaneye yatırılmaya değecek noktada olduğunu düşünmemiştim. Onunla ilgili fark ettiğim şey, herhangi bir zorlukla yüz yüze geldiği zaman, bunalmaya ve kendisi için üzgün hissetmeye eğilim gösterdiğini fark etmiştim.

İlk girişinde üç hafta kaldı. Doktor ona ilaçla tedavi verdi ve onu kendisiyle ilgili daha iyi hissettirmeye çalıştık ve daha sonra onu eve gönderdik. Ancak birkaç ay sonra, o kendisini ikinci defa getirdi. Ve daha kötüydü. Depresyon nöbetlerinin frekansı artmıştı, sosyal becerileri kötüye gitmişti ve mizahı daha karanlık hale gelmiti. Doktor ona başka bir ilaç ile tedavi altına yerleştirdi ama hala onun intihara meyilli olmasıyla alakalı bir konuşma yoktu, dolayısıyla yine bir ay sonra dışarıya bırakıldı. Ama o kötüleşmeye devam etti ve üçüncü bir defa giriş yaptı, ve yeniden dışarıya bırakıldı. Ve daha sonra, ilk giriş yapmasından yalnızca on sekiz ay sonra, intihar etmeye çalıştı ve dördüncü bir defa daha kliniğe giriş yaptı.

Dördüncü gelişinde kendini adamıştı, yani klinikte neredeyse üç ay kaldı. Bu aynı zamanda benim onu daha iyi tanımaya başlamam anlamına geliyor, zira benim işim hastaları gözlemlemek ve onlarla konuşmaktı. Neticede onunla ilgili anladığım şey, onun zorluklarla baş etmek için sahip olduğu tek mekanizmanın kendine-acıma olduğuydu. Ne zaman hastane koğuşunda onun rahatsız ya da tehdit edilmiş hissetmesine yol açan bir şey olduysa, o kendine-acıma ile yanıt verdi. Ve bu eğilimin, onun aşağıya doğru inen spiralinden sorumlu olduğunu düşünüyorum. Bir zorlukla karşılaştığı her defasında, bu olaya kendisi için üzülmekle, kendine acıyarak yanıt verdi. Bu şekilde, bu onun hayatının ana odağı haline gelene dek sahip olduğu kendine-acımasını güçlendirdi.

Bu vakada kristalizasyonun tamamlanmış olup olmadığını söylemek zor, ancak bu önemli değil; önemli olan şey sürecin nasıl işlediğini anlamaktır. Genellikle kristalizasyon zaman alır, ama bu acı çekme yoluyla ya da Gurdjieff’in sürtüşme olarak adlandırdığı şeyle, ya da evet ile hayır arasındaki mücadele ile büyük ölçüde hızlandırılabilir.

(Doğru bir temel üzerinde) kristalizasyonu düşündüğüm zaman, Walt Whitman’ı düşünmeden edemiyorum. Walt Whitmanın Çimen Yaprakları’nda bahsettiği ve bilhassa ‘Kendimin Şarkısı’nda sözünü ettiği deneyim, onun empatisi uyandırıldığı zaman etrafındaki insanları da içermek üzere genişleyen, dolanıp duran bir şuurluluğun deneyimidir. Eğer o herhangi bir şey ise, o empatik ve kapsayıcıdır. Ve o, doğasının çelişkilerinden ötürü endişelenmez

Kendimle çelisiyor muyum?
Tamam, o halde kendimle çelisiyorum,
(Kalabaligim, çokluklari içeriyorum.)
~Walt Whitman

İnsanın içsel deneyimi, çeşit çeşit olmak üzere tasarlanmıştır. Farklı duygular hissetmek, çelişkilere sahip olmak, bizim için yazılmıştır. Eğer kendimizin çelişkili taraflarına sahip olmasaydık, herhangi bir eylemimizde hiçbir seçim olmazdı. Whitman’ın eriştiği birlik üzerine düşünmenin yollarından biri, onu kendi ihtiyaçlarına ve ilgilerine uyacak şekilde sürekli olarak şeklini değiştiren bir bulut gibi düşünmektir.

Hava gibi uzaklasir, kaçak güneste beyaz kilitlerimi sarsarim,
Etimi girdaplardan tasirir ve dantelli sarhosluklarda sürüklenirim.
~ Walt Whitman

(Doğru bir temele dayalı olan) kristalizasyonla ilgili anlaması zor olan şey, kristalize olan şeyin bir hal, ya da daha iyi bi ifadeyle, daha yüksek bir halden var olma yeteneği olmasıdır. Uyanma, kimliğini pek çok ‘Ben’den ya da kişilikten alıp, bunu kademeli olarak yüksek merkezlere transfer etme sürecidir. Zamanla, dışsal tezahüratların, düşüncelerin, duyguların dışında var olan şuurluluk sizin kim olduğunuz haline gelir. Bu nedenle özellikle başlangıçta, mevcut olduğunuz zaman kendini gözlemlemeyi düşünmek iyidir; ve kendi tezahüratlarınızı, belirtilerinizi kontrol etmek üzerine çok fazla düşünmemek iyidir. Kendinizi aktör olarak değil, aktörü gözlemleyen parça olarak görmeye başlamakla başlamak önemlidir. Yalnızca gözlemleyin ve aktörün oynamasına izin verin.

Walt Whitman (2)Bu da yine ‘Kendimin Sarkisi’ndan:
Çekmelerin ve sürüklemelerin disinda, benim ne oldugum durur,
Memnuniyet içinde, rahat, sefkatli, serbest, bütün,
Asagiya bakar, dik durur, ya da elle tutulamaz, kesin bir dinlenme sirasinda bir kolu büker,
Yandan kavisli basiyla, bir sonra neyin gelecegine merakla bakar,
Oyunun hem içinde hem disinda, bunu izler ve bunu merak eder.
~ Walt Whitman